ÇOCUK EDEBİYATI ROMAN ÇALIŞMASI -3-

Serdar, şafak vakti uyandığında sabah sisi buğday tarlasını boğmaktaydı. Birdenbire içinde bu kısacık huzur anından yararlanmak için ormanda gezintiye çıkma ihtiyacı duydu ve ayaklarının ucuna basarak karavandan çıktı.

Orman açıklığına henüz varmıştı ki, arkasında vızıltılı bir sesin cırladığını işitti.

-Anlaşmamızı reddetmişsin, dedi bir ateşperest öfke dolu sesiyle. Biz sana dürüstçe dost elimizi uzattık. Sense bizim şifa dolu şişemizi kırmışsın. Ayağına gelen fırsatı teptin. Doğru tercih yaptığını kimse söyleyemez. Meğer hiç de cesur değilmişsin. Seni beklemekte olan şeylerin yanında kör olmak hiçbir şey. Madem görme duyunu kaybetmek istemiyorsun ben de seni temin ederim ki, sana var olan bütün renkleri göstereceğiz.

Serdar olduğu yerde arkasını döndü. Ateşperest, bir ağaç gövdesinden dışarı sarkmaktaydı.

Ateşperestin yüzüne dikkatle baktı Serdar. Artık her küçük ayrıntıya bile dikkat etmek istiyordu. Tam bu sırada soyut varlık Özlem’in yüzünü aldı. Serdar’ın ablasının yüz hatlarına karikatürümsü bir acımasızlık ifadesi vermişti.

-Hâlâ bizim gücümüzün farkına varamadın, dedi korkunç varlık, ağaçların arasında salınarak. Biz size kıyasla birer olağanüstü varlık sayılırız. Yeryüzünü biz yarattık, sonra da kendimizi eğlendirmek için, içini insanlarla doldurduk. Anımsıyorum da, yağmurlu bir öğleden sonra canımız çok sıkıldığında dinozorların soyunu tüketmeye karar vermiştik. O koca yaratıkları, nasıl hareket edeceklerini görmek için ortalığa salmıştık zaten. Dünyanın en gülünç yaratıklarını bunun için icad ettik işte. Birkaç bin yıl boyunca bizi bayağı oyaladılar. Ama sonunda canımız sıkıldı. Onları yok etmeye karar verdik. Birbirlerini yiyip durmalarını izlemek sonunda sıkıcı hale gelmişti.

-Hepsini uyduruyorsun, dedi Serdar, kibirli bir tavır takınarak.

-Öyle olmadığını sen de biliyorsun, diye cevap verdi ateşperest varlık. O koca sürüngenlerin üzerine meteorlar yağdırarak onları küle çeviren bizdik elbette. Bundan sonra da daha eğlenceli olur umuduyla biraz daha zeki bir ırk yaratalım dedik ve insanı ürettik; daha doğrusu insanın ilk temsilcilerini. Bu da bizi eğlendirdi. Tıpkı insan çocuklarının kafes içindeki beyaz fareleri beslemesi gibi…

-Yalan Yalan Yalan… Tüm sözün uydurma âdi varlık, insanı yaratan, var eden yaratıcıdır, O’nun ismi de isimlerin en güzelidir.

-Sus anma O’nu…

***

Serdar içinde dehşetin gitgide yükselmekte olduğunu hissediyordu.

***

Sizin bir tarafınız biziz, diye ekledi soyut varlık. Yeni icatları keşfettiren biziz. Hatta felsefeyi bile… Bütün filozofların kulağına biz fısıldıyorduk, beyinlerinde çakan o meşhur deha şimşeklerini gönderen de bizdik. Bunlarla sizi kontrol altına almak hoşumuza gidiyordu. Aramızda bahse giriyoruz, bazılarımız artık pek uzun bir süre yaşayamayacağınızı düşünüyor. İlginç elbette. Bizi eğlendiriyor.

-Bizi oyuncak bebekler gibi kullanıyorsunuz, öyle mi? diye sordu Serdar.

-Evet öyle, diye kabul etti ateşperest. Yeryüzü bizim oyun bahçemiz gibidir.

-Peki sizi durduracak kuvvet yok mudur?

-Yoktur, her insanın etrafında Efesus’un en az dört askeri vardır. Sağında, solunda, önünde ve arkasında… Sayımız insanların dört katı.

-Tıpkı çocuklar gibisiniz, diye söylendi Serdar. Ama keşke ‘çocuk’ gibi temiz ve saf olsaydınız… Ama nerdeeee?

-Herhalde öyle, diye kabul etti Soyut varlık, omuzlarını silkerek, ama oyun dediğin de bu değil midir zaten?

Serdar cevap vermeye hazırlanıyordu ki birdenbire çalıların arasından Özlem belirdi. Geceliğinin üzerine bir yağmurluk geçirmiş, çıplak ayaklarına giydiği spor ayakkabılarının bağcıklarını bile bağlamamıştı.

-Ne halt ediyorsun burada? diye bağırdı öfkeli bir sesle. Bir saattir seni arayıp duruyoruz. Annem evden kaçtığını düşünüyor.

Konuşurken yaptığı el kol hareketleri ile tımarhaneden yeni kaçmış birisi gibi göründüğünün farkında bile değildi.

Serdar boyun eğerek kampa doğru yola koyuldu. Özlem’in öfkesi dinmek bilmiyordu. Ateşperestin de gülmekten katılarak onların yanından geliyordu. Özlem’in bütün mimiklerini taklit ederek, yüzünü gittikçe daha korkunç hale getiriyordu. Zaman zaman eğlence olsun diye uzun boylu kızın geceliğini rüzgârdanmış gibi kaldırarak kızın baldırlarını karavan kampı sakinlerine sergiliyor, onların aralarında kıkırdaşmalarına yol açıyordu.

Anneleri, yüzünde acı dolu bir ifade ile karavanın önünde onları bekliyordu. Komşuların dikkatini daha fazla çekmemek için Özlem’in susmasını işaret etti.

-Görüyorsun ya, diye fısıldadı Soyut varlık, Serdar’ın kulağına, bu hep böyle olacak işte. Bütün hayatın cehenneme dönecek.

Ateşperest, Serdar’ın elini yakalayarak havaya kaldırdı ve Özlem’in suratının ortasına savurdu. Serdar karşı koymaya fırsat bulamadı, avucu ablasının yanağına sertçe çarparak onun soluğunu kesti. Anneleri şaşkınlıkla inledi. Bütün kamp sakinlerinin gözü önünde Serdar, Özlem’e öyle bir tokat atmıştı ki, neredeyse başı omuzlarından ayrılacaktı. Bu işte Efesus’un korkunç askerinin parmağı olduğundan kimsenin kuşkulanmasına olanak yoktu.

-Anne, gördün mü bunu? diye bağırdı Özlem, annesine dönerek. İşte sonunda delirdi artık. Günün birinde uykumuzda hepimizi öldürecek.

-Vay be, diye güldü Ateşperest Serdar’ın kulağının dibinde, ne güzel bir fikir bu. Kimseyi de şaşırtmaz üstelik.

-Yeter artık, diye araya girdi anne. Kendinizi ele güne yeterince rezil ettiniz, şimdi giyinin ve arabaya binin çabuk. Gidiyoruz. Bütün bu olanlardan sonra burada daha fazla kalmamız imkansız. Alışveriş Merkezine her gittiğimde sanki bir uzaylının annesiymişim gibi bakmalarından bıktım usandım artık.

Serdar başını eğip annesinin söylediğini yaptı. Karavana biner binmez Ateşperest varlık onu tişörtünün bir kenarından yakaladı.

-Çok güzel bir sürprizle karşılaşacaksın, diye fısıldadı. Nereye gidersen git karşında bizi bulacaksın. Şu sıralar harika bir şaka hazırlamaktayız, ilk senin üzerinde deneyeceğiz.

Genç ve dahi çocuk ani bir hareketle onun elinden kurtuldu Soyut varlık daha fazla güldü.

-İyi yolculuklar, dedi kahkahalar arasında. Sanırım hava güzel olacak. Eğer bir markette durursanız, kendine güneş yanıklarına karşı bir losyon almayı unutma sakın.

Yorum bırakın