Darbe Günlüğü -14-
Üstad Necip Fazıl’ın “Benim Gözümde Menderes ”inden Bugüne Dersler…
Üstad Necip Fazıl’ın “Benim Gözümde Menderes” kitabı, CHP’nin ceberrut idaresi ve kâbus devrinden sonra milletin kurtuluş ümidiyle sarıldığı Menderes’in iktidar yıllarını müthiş bir analiz ve terkibî hükümler halinde ve geleceğe ders olacak şekilde anlatır. Ağızlarda yalama olan “tarih tekerrürden ibarettir”sözünün 15 Temmuz darbe teşebbüsüylebugünlerde gerçekliğe dönüşmesiyle Üstad’ın söz konusu kitabını hatırladım ve bir daha okudum.
Aman Allahım! Üstad’ın 46 yıl evvel yazdığı bu kitap, sanki geniş bir arazide canlı bir belgesel film çeken ve uzun mesafelerdeki olayları net ve canlı bir şekilde gözümüzün önüne getiren kamera gibi net ve anlaşılır görüntüler ortaya koyuyor. Menderes dönemini okurken adeta bugünün siyasî manzarasını, daha doğrusu dehşetini okuyoruz.
Ak Parti’nin iktidar olduğu 2002 yılında fikir ve hassasiyet birlikteliğimiz olan bazı Bakan ve milletvekillerine o günlerde, “Üstad’ın Benim gözümde Menderes” kitabını bütün milletvekillerine okutmak, hazmettirmek lâzım. Sadece bu kitap bile bir devrin anatomisinden yola çıkarak önümüzde bir kılavuz kitap olarak duruyor” demiştim. İtibar edilmeyeceğine, ısrar etmenin faydası olmayacağını bile bile ısrar ettim fakat tahmin ettiğim gibi itibar edilmedi. Benim bu teklifim “şahsî fantezi” olarak kaldı.
Şimdi, 14 yıl sonra bahsettiğim Üstad’ın “Benim Gözümde Menderes” kitabını tekrar okuyunca dehşete düştüm. Ve hiçbir yoruma kapı aralamadan sadece Üstad’ın kitabından bazı kesitleri, zamanımızın iktidar sahipleri belki fark ederler diye buraya almak istiyorum.
Üstad’ın söz konusu kitabını güncel bir Siyasetname olarak adeta ezberleyip, okumalar, tartışmalar, ders çıkarmalar yapmak gerekiyor. Kitabın bütünü her cepheyi kuşatıcı bir muhteva ve fikrî derinliğe sahip analizlerle dolu ve kitabın bir siyasetname olarak okunmasının hem bugün için hem de gelecek için gerekli olduğunu düşünüyorum.
Bu mânâda Üstad’ın bütün kitaplarındaki analiz ve terkibî hükümlerini yeniden gözden geçirmek de gerekiyor. Bugünün hadiselerinden yola çıkarak onlara müracaat edildiğinde, Üstad’ın düşüncelerininmiadlı (süreli) olmadığı, hâdiseleri kuşatan fakat hâdiseler üstü muhakemeler yapan, mutlaka yaşamalar dünyasına tekabül eden fiilî sonuçlarının olduğu görülecektir.
Dünyada hiçbir şair ve tefekkür adamından zuhur etmeyecek bir düşünce ve diyalektikle en küçük bir hadiseyi bile derin bir tefekkürle izah edip önümüze ütopyadan arınmış çıkış yolu koyan Üstad’ı kim okur, kim anlar, kim hisseder?
Bir büyük Velî’nin “Cenab-ı Hakk’ın kahır suretinde lütufları vardır!” hikmetinden yola çıkarak, (birçok muamma, istifham ve müphemiyetiyeti beraberinde getiren) yaşadığımız darbe teşebbüsünden inşallah ders çıkarılır ve ülkemizin önüne açılan yeni arsanın inşasında yanlış yapılmaz diye ümid ediyoruz. Ancak endişemiz odur ki, Napolyon devri Dışişleri Bakanı Talleyrand’ın “hiçbir şeyi unutmadılar hiçbir şey de öğrenmediler!” meşhur sözünde yatan mes’uliyetsizlik tecelli etmez.
Gelelim “Benim Gözümde Menderes” kitabına… “Boyuna Gaflet Devri” bölümünde dönemin tahlilinden bugüne prizma tutan Üstad’ın bazı hükümleri:
“… Sabahın, ancak mescit yolcusu Müslümanlara mahsus saatinde sokaklara düşüp imar tetkikleri yapan emirler veren ve fikir temelinden mahrum madde ve âlet hamaratlığını mecnunlara mahsus bir ‘fikr-i sabit’le yürüten Menderes…” (s. 393)
“… Bunca madde eserine rağmen, mânâ eseri verilemediği, ortaya bir ruh ve fikir ülküsü konulamadığı için halk, 1957 seçimleriyle, yollar, barajlar, santrallar ve daha bir çok tesis üzerine iki kalın çapraz çizgi çekmiş:
-Bütün bunların bağlı olduğu insan, cemiyet ve ruhî oluş gayesini görmedikçe hiçbirine inanmıyorum!
Demek istemiştir.
Daha ilk tecellide Adnan Bey, kafasında bu ihtarın tokmağını hissetmiştir.” (s. 398)
Üstad, Demokrat Partinin, 1954 seçimlerindeki başarısının (% 57,61) 1957 seçimlerinde birinci parti olmasına rağmen düşmesi (% 47,87) üzerine şunları söylüyor:
“… Fakat bu darbenin kaynağını görmek ve her şeyin millî ruh ve gayeyi ihmalden geldiğini kestirmek ferasetinden mahrumdur. O, hâlâ bütün açıkların madde eseri vermekle kapatılacağına kanidir.” (s. 399)
Bu oy kaybına dair devam ediyor Üstad:
“Menderes, giriştiği dev çapında imar hamlesiyle, hasta çocuğa bayramlık elbise biçmek gayretinde, fikir yerine hisle dolu bir anneye benzer. Çocuk iyi edilecek, semizleyecek, mektepte sınıfını geçecek, gerisi ondan sonra gelecek… (Napolyon) zamanında başlayan Paris İmarının, bütün dünya hazineleri Fransa’ya akıtıldıktan sonra ele alındığını düşünmek meseleyi halletmeye yeter. Evvelâ zafer ve onun verimleri, sonra da o verimlerin esere çevrilmesi… İçinden geçecek insan ve nakil vasıtalarının fikri ve iktisadi gaye ve vasıfları yerine getirilmeden boşluğa doğru akıp giden cadde ve yolların manzarası ne hazindir!
Bu ince sırrı Adnan Bey ve arkadaşları anlayamamışlar ve her şeyi madde, imar ve inşasında bulmuşlardır.” (s. 401)
“İmar davası, büyük fikrî ve içtimai davaya bağlansaydı ne muhteşem bir eser elde edilecek olduğunu ihtar eden hazin bir çocuk oyuncağı seviyesini aşamamıştır.”
Üstad “Sebep Ne?” diye soruyor ve adeta 58 yıl önceden bu günleri işaret edercesine cevabını veriyor:
“Sene 1958… Bu yıl, Adnan Bey hükümetinin düşmanları tarafından şifasız bir zaaf teşhisiyle keşfedildiği ve her taraftan açık ve gizli tahrip hareketlerinin başladığı mevsimdir. Hükûmette memur, mektepte hoca, üniversitede talebe, mahkemede hâkim, orduda subay, Adnan Menderes’e karşı gittikçe koyulaşan bir İSTİKRAH havasına girmekte ve bu zehirli havayı, Halk Partisi, bir marsık tütsüsüyle beslemektedir.
Ne oluyor; bir gayeye bağlı olmasa bile bunca esere ve marazî çapta demokrasi havasına rağmen Demokrat Parti idaresi üzerinde kümeleşen bu nefret nereden doğuyor?
İşte bunu hesap eden yoktur; hattâ bu nefretin eser vermekten ve endâzesiz bir demokrasi kurmuş olmaktan geldiğini bile farkedenler mevcut değildir. Ortada sadece bir apışma iklimi vardır ve apışma büyüdükçe her çeşit karşı koyma da artmaktadır.
Felâket yalnız ve yalnız ruhî müeyyidesizlikten ve ona bağlı olarak hâkimiyetsizlikten doğuyor. Müdafaaları ise boyuna eserlerini sayıp dökmekten ibaret kalıyor. “
Üstad, 1958 yılında Adnan Menderes’in Londra’da geçirdiği uçak kazasına değiniyor ve Menderes’in bu kazadan sonra “adeta bir nevi uyanık (koma) halini gösteren tutumu”na işaret ediyor ve “politika ne olmalıdır?” diye soruyor, “Ya Ol, Ya Öl!” başlıklı yazısında şu cevabı veriyor:
“Allah seni, ya olmak ya ölmek için yarattı. Sen, seri malı başvekillerden değilsin ve olmayı bilemezsen ölmeyi kabul etmeye mahkûm bir nasibin sahibisin! Şu, büyük bir ilâhi lütufla kurtulduğun uçak kazası da bu nasibin bir işaretidir. Ol, bütün bir hâkimiyet tavriyle doğrul, câni ve katil muhalefeti tasfiye et, milletin öksüz ruhiyle aranda bir kanal aç, bütün devlet müesseselerini bu hedefe yönelt, hamle et; yahut… Yahut ölmeye razı ol!” (s. 408)
Okumaya devam et →